15 Ocak 2014 Çarşamba
Katun
- Peki ya kadın? Ne oldu kadına?
- Kadın mı? Kadını anlatayım... Kadın gitti. Arkasına bakmadan gitti. Hem başka ne yapacaktı! Haklıydı bu gidişinde. Gidişinde haklıydı ve içinde duygu adına sadece şaşkınlık vardı. Şaşırmıştı kadın. Çünkü bu gidişte, yanında hüzün olur sanmıştı. Belki az da göz yaşı. Öyle ya yıllarını vermişti. Sevginin olmasa bile alışkanlıkları terk etmenin hüznü olurdu en azından. Olmadı ama. Kadın gitti ve sadece şaşırdı.
- Bu mu yani? Adamın başından geçen bunca görkemli hikayeden sonra, kadın sadece gitti mi? Hem de sadece şaşkınlıkla!
- Evet aynen öyle oldu. Ama yanıldığın nokta şu ki, aslında bu hikayede görkemli olan tek şey kadının gidişi. Bir kadının gidişi, neresinden bakarsan bak dünyanın en görkemli olayıdır.
4 Ocak 2014 Cumartesi
Anlam verilebilen hisler ve hissizlikler ve Edip Cansever
Benciliz.
Kibirliyiz.
Birçoğumuz öyle. Pek azımız değil.
Sevilmek isteriz, onaylanmak isteriz. Ruhumuz okşansın isteriz. Biz hep doğruyuzdur. Gerisi bok püsür.
O gün de yine kendi halimde takılıyordum. Birkaç insan. Üniversite kantini. Masa nüfusunun kontrol edemeyeceğiniz şekilde artabildiği durumlar. Yine öyle oldu. Pek tanımadığım insanlar. Kalabalık. Herkes kendi muhabbetinde. Kakafoni. Birileri edebiyattan bahsediyor. İstemsiz(!) kulak kesiliyorum. Güzelce bir kızımız edebiyattan bahis açmış. Ne okuduğu soruluyor. Bir yazar söylüyor, çıkaramıyorum. Meraklanıyorum. Sonra dizüstü edebiyatı filan diyor. Dikkate değer bir şey yok deyip kendi sohbetime dönüyorum. Ama kızımız durmuyor. Başlıyor bu yazara methiyeler düzmeye. Dizüstü edebiyatı denilen şeyi birkaç kez deneyimlediğimden, ayağı kalkıp "Hasiktir lan! dizüstü diye edebiyat mı olurmuş!" demek istiyorum ama tabii ki susuyorum. Olur deyip, geçiyorum.
Vakit geçiyor. Sevdiğim bir arkadaşım. Oda birçok "kantin insanı" gibi. Yılışık. Bahsi geçen kızımıza yanaşıyor. Gülümsüyorum. Bizimki başlıyor kıza iltifatlara. Güzelliğinden, edebiyattan(!) bahsettiği için entelektüel seviyesine varan laflar. Kızımız bunları kabul etmeyerek tevazu gösteriyor. Tüm bu olanlara ses çıkarmayan ben, o an okkalı bir kahkaha atıyorum. Herkes bana bakıyor. "Pardon" diyorum. Neden güldüğümün pek üstünde durmuyorlar. İyi de yapıyorlar.
Kızımızın bu iltifatları kabul ettiğini, "yok canım" deyip tevazu gösterdiğinde yalan söylediğini anlamak için Paul Ekman okumaya gerek yoktu. Hoşuna gidiyordu.
Ben niye gülmüştüm?
Epeyce önceydi. Kendisine ithaf edilen bir Edip Cansever şiiri için güzel bir kadın şöyle demişti: "Edip... Edip, güzel kadınlara layık, ben o kadar güzel değilim."
Uzunca bir süre sustuğumu hatırlıyorum. Ne denilebilirdi? Susulurdu. Başka türlüsü ne münasebet.
"İşim var." dedim masadakilere. Kalktım, Kadıköy'e giden bir otobüse bindim. Gittiğim yer belliydi.
Ruhumda gurur hissettiğim son gündü.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)