ben öldüm. yine öldüm. tam anlamıyla öldüm. bu seferki acılı oldu. gerçi anlamaz oluyorsun bir süre sonra. çok kere ölünce. sandığınızın aksine bazı insanlar çok kere ölür. çoğunda da yok yere. bu seferkinde benim kabahatim yoktu. istememiştim aslında ölmeyi. sıkıcı gelmeye başlamıştı ölüm. bizim gibiler için teknik olarak 'öteki dünya' diye bir yer olmadığından, her defasında aynı boka düşmek can sıkıyor. bu seferkini anlayamadım da kötüsü. oysa sevmeye de başlamamıştım geldiğim yeri. gökyüzünde salınırken görmüştüm. dağların arasında. yüksek rakımlı bir ovanın tepesi. az insanlı: en güzelinden. çok soru da sormadılar bana. "madem ki buraya gelecek kadar talih yoksulusun kal bari" dediler. kaldım. sessizdi hayat. ben sessiz. onlar daha sessiz. hiç soru sormadılar. sadece izlediler. izledik. ben onları, onlar beni.
II çok kere ölünce göreceksiniz ki bir sonraki can verişi hissedersiniz. yedi kere ölen ben sekizinciyi hissettim.
bekledim. bu seferkinin nasıl olacağını hayalledim. çok kere. ikincisi gibi kurşunla olur belki dedim. beşincisi gibi intihar olur belki de. ilki gibi bir sokak arasında tekmelenerek olmaz dedim. kimse böyle ölmemeli. ölmeyi beklerken aklımdan çok şey geçti. ama böylesi ölmeyi inanın ben bile hayal edememiştim. aylardır ölmeyi beklediğim yerde en çok katırlar vardı. onlarca, yüzlerce. haftada bir katırlar ayrılırdı bu yerden. ertesi gece dönerlerdi. bir gün, tepeden katırların gelişini izlerken anladım. hissettim. çok kerenin bir fazlasına bu katırlar götürecekti beni. genç bir adam vardı katırların başında. dedim bende geleyim sizinle. "olmaz, tehlikeli." dedi. ben sadece gülümsedim. akıllı adammış ki anladı. "hava karardıktan sonra hazır ol." dedi. hava karardı. yola çıktık. yanımda on dört yaşında bir çocuk vardı. beraber yürüdük. önde, yirmisinde başka bir çocuk. türkü söylüyordu. nasıl acı bir ses. duysanız siz de anlardınız ölümün yakınlığını. saydım. ben hariç otuz dört kişiydik. hissettim. otuz dört kişilik ölümü hissettim. ne olduğunu anlamadık. birden oldu. kaçacak zamanda yoktu otuz dört insan için. tüm o sessizlik içinde yankılanan bomba sesleri. kulak yırtan bomba sesleri. bir, iki, üç, dört, beş! ardı ardına bomba sesleri. bomba aralarında duyduğum çığlıklar. bacağımdaki acı. ölümü çok kere tattığımdan diğerlerinden sakindim. sağ bacağıma baktım, yarısı yoktu. gülümsedim. ölümün böylesini ben bile hayal edememiştim. böylesine ani. böylesine yok yere. böylesine zalimce. kafamı yana çevirdim. gördüğümü hiç bir insan görmemeliydi. ne kopan bacağım, ne ölümün kendisi böyle ağlatabilmişti beni. adını bile sormadığım o on dört yaşındaki çocuk. ya da o çocuktan geriye kalanlar... ilk ölümden beri ağlamamıştım. orada otuz dört kişi ile beraber öldüm. yine öldüm. ölümün böylesini ben bile hayal edememiştim. hiç bir yerde geçmedi adım. katiller geldiğinde ben çoktan gitmiştim. daha doğrusu benden geriye kalan. kopmuş bir bacak ve ürkek bir çocuk bakışı.
çok acayip kadınlar ve adamlar vardı. daha acayip olanı ise bu ülkede yaşamış olmalarıydı. geçmiş zaman kullanıyorum, zira şu sıralar benim bu coğrafyadan hiç umudum yok. işte tam böyle anlarda sarılıyorum şiire. umudum olsun için. yaşayabilelim için.
ah bunlar nasıl cümleler, nasıl güzel sözler... Hasılı, Turgut Uyar var, umut var. umudunuzun bol olması dileğiyle...