Zihnimde cümleler dolaşıyor. İzlediğim o filmin bitmek bilmeyen cümleleri. Üzerime üzerime gelen, kaçamadığım cümleleri.
Bir kitap düşüyor sonra ortaya. Adı neydi? Yazarı belli de adı neydi? Adı "yok" olsun, böyle iyi. Bu kitabın nasıl yazıldığını düşlüyorum. O, yaşlı ama dinç, kısa boylu ama devasa, yazar ama şairane adamı, odasında düşlüyorum. Cevizden yapılma, küçük masasında az biraz rahatsız, yarı kambur oturuyor. Masasının üzerinde uzunca parşömenler birde ortalama büyüklükteki ahşap bir kutu. Başka hiç. Duvarına yansıyan abajurun sarı ışığı aydınlatıyor masasını. Yaşlı adam şöyle yavaş haraketlerle yerleşiyor sandalyesine, başlıyor kelimelerini "seçmeye". Evet, gerçek anlamıyla seçiyor. Elini ahşap kutuya daldırıyor, bir kelime çıkarıyor, önce elindekine sonra zihnindekine bakıyor. Usulca koyuyor parşömene, birer birer. Sonra hızlanıyor, kelimeler kutudan çıkar çıkmaz cümlelere dönüyor. Sayfalar doluyor. Bir hayli geçtikten sonra, yaşlı adam derisi kırışmaya durmuş elleriyle başını tutup geriye yaslanıyor. Az biraz bekledikten sonra yavaşça sandalyesinde doğruluyor,kalkıp kapıya yöneliyor. Kapı usulca kapanıyor.
Sessizce beklediğim karanlık köşeden çıkıyorum. Yaşlı adamın sıcaklığını koruyan sandalyeye şimdi ben oturuyorum. Sararmış parşömenlere bakıyorum. Ellerim tiyriyor. Haşyet? Yok, o başka bir adamın şiirindeydi. Heyecan kalbimi esir alıyor. Sabırsızca okumaya başlıyorum. Bir roman olduğunu farketmem biraz uzun sürüyor. Hangi roman bu kadar şiir olabilir ki? Yaşlı adamın kutusuna bakıyorum. Kilitli olduğunu görüyorum. Anahtarı için bakınıyorum lakin boşuna olduğunu hemen anlıyorum. Anahtar, ihtiyarın zihninde. Gülümsüyorum. Kaldığım yerden devam ediyorum okumaya. Sayfalar elimden akıyor. Bir dere bir göle dökülüyor sanki; zihnim doluyor, ruhum doyuyor.
Son sayfayı masaya masaya bırakıyorum. Içimde, çok uzaklardaki, keşfedilmeyi bekleyen yabancı bir şehre ayak basmanın heyecanına benzeyen bir duygu. Agzımda Akdenizin en güzel üzümlerinden damıtılan şrabın tadı. Zevkten başım dönüyor. Yaşlı adamı bulmalıyım.
Yaşlı adamın aksine hızlıca ve şiddetle kalkiyorum masadan. Kapıyı sertçe açıp çıkıyorum. Kordor duvarlari şaşkınlığımı arttırıyor. Sagımda Goya'yı, solumda Velazquez'i görüyorum. Biraz ilerde Guido. Başım dönüyor, gözlerimi kapıyorum.
Gözlerim açılıyor. Karşımda devasa bir tablo. Uzun bir bankta oturuyorum.
Tüm bunlar bir Miro eserini izlemek süresinde yaşanıyor. Son kez gülümseyip, başımı, henüz kırışmaya durmamış ellerimin arasına alıp geriliyorum. Yavaşça kalkıp kapıya yöneliyorum. Galerinin bahçesindeyim. Arkama dönüyorum. Yukardaki bir pencerenin arkasından Yaşlı Adam bana gülümsüyor. Dudaklarımdan ususlca bir "çok şükür " dökülüyor.
Artık başka bir adamım.