24 Aralık 2013 Salı

Anlam verilemeyen hisler ve hissizlikler ve Socrates


Dokuz yaşındaydım. Abim telefonu kapatıp odama girmişti. "Haber geldi" demişti: "Babaannem ölmüş." 

O güne dair hatırladığım tek şey, uzun süre ağladığım. Hiç his yok. Sadece gözyaşı. Şüphesiz ki üzülmüştüm. Ama boyutu neydi? Ya hafızam çok kötü ya da hiç his yok. Hem hisler hafızaya kazınır mı ki?

Bundan tam olarak iki yıl 20 gün önceydi. Dokuz yaşında değildim. Abim bilgisayarın başından seslendi, "Socrates ölmüş"  dedi. Haberi duyunca öyle bir his çöktü ki üzerime... 

Acı, hayıflanma, merak, öfke...

O kadar çok soru vardı ki zihnimde...

Yeryüzünün en afili adamlarından biri, neden erkenden gitmek zorundaydı?  Dünyada bu kadar boktan insan varken, neden hep en iyilerimiz giderdi önden? 

Nenemin ölümünde bile ne hissettiğimi hatırlamayan ben, neden binlerce kilometre ötedeki, hiç görmediğim bir adamın ölümüne bu kadar içerliyordum?

Şüphesiz ki tüm bu soruların alışıldık cevapları vardı. Fakat içimdeki acıya anlam yüklemek boşaydı.

Hasılı, 4 Aralık 2011 günü derin bir üzüntüyle geçti. O gün Socrates şerefine iki kadeh şarap içildi ve içinde Socrates  geçen bir şiir yazıldı. 

Ruhumda acı hissettiğim son gündü.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder